Ankara Life Dergisi

Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Münevver Moran ile Sağlığa Dair Her Şey

“Unutmayın ki bizim için her organ kutsaldır ve sağlık için gerekli olduğundan azami saygıyı hak eder.”
“Sağlık her şeyden önce gelir!” bu söylem çok tanıdık geliyor öyle değil mi? Genel olarak bir konu hakkında düşüncemizi paylaştığımızda ya da karşılaşılan problemlere bir nevi teselli niyetinde sıkça bu sözü söyleriz. Biliyoruz ki yaşamımızın temel yapıtaşlarından biri olan sağlık, her birey için ayrı bir öneme sahip. Konu fark etmeksizin çağımızın sağlık açısından sorunu nedir diye sorulduğunda dahi pek çok rahatsızlık adını örnek verebiliyoruz. Obezite, meme kanseri ve anal bölge hastalıkları ise bunlardan birkaçı. Peki bu sorunu yaşayan bireyler olarak harekete geçiyor muyuz? Kulaktan dolma ya da internet üzerinden yazı okumakla yeterli bilgi sağlanmıyor ne yazık ki. Hangi hastalık olursa olsun tedavilerinde kimi zaman derin araştırmalar yapsak da en iyi uzmana başvurmak bizler için her zaman doğru bir tercih oluyor. Az önce bahsettiğim hastalıklar adına birçok başarıya imza atmış bir isimden bahsetmek istiyorum; Münevver Moran. Kendisi Genel Cerrahi dalında adından oldukça söz ettiriyor. Biz de şehrin en çok okunan yayını Ankara Life Dergisi olarak bir araya geldik. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Münevver Moran; Obezite ve mide balonu, anal bölge hastalıkları, meme kanseri tedavisi hakkındaki bilgilerini siz değerli okurlar adına paylaştı, iyi okumalar dileriz.
Röportaj: Hatice Şeyma Basut
Münevver Hanım uzun yıllardır sağlık sektöründe birçok başarılı çalışmaya imza atıyorsunuz. Ancak öncelikle sizi okurlarımızla tanıştırmak istiyoruz. Münevver Moran kimdir?
Her şeyden önce dünyaya güzel evlatlar bırakmaya çalışan bir anne, mesleğini çok seven bir cerrah, iyi olmaya çalışan bir evlat ve elinden geldiğince doğa dostu diyebilirim. Renkli bir eğitim hayatım oldu. Kız meslek ortaokulu, teknik lise elektronik bölümü ardından Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim gördüm. 1994’te mezun olup aynı yıl Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne Genel Cerrahi Asistanı olarak başladım. Aynı hastanede asistan, uzman, doçent ve eğitim görevlisi olarak çalıştım. 2018 yılında Liv Hospital Ankara’da görev aldım ve eşzamanlı genel cerrahi profesörü olarak İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Yüksek İhtisas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim görevliliğini yürüttüm ve 2023’te kendi kliniğimde hasta kabulüne başladım. Genel Cerrahi klinik çalışmalarıma ek olarak Bariatrik Metabolik Cerrahi Derneği, Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Derneği, Geriatri Derneği yönetim kurullarında, kongrelerin düzenleme kurullarında görev aldım. Türk Cerrahi Derneği Yeterlilik Sınavı’nı birincilikle geçmemin ardından uzun yıllar bu kurulun Soru Komisyonu ve iki dönem Yeterlilik Yürütme Kurulu’nda görev yaptım. Bilimsel çalışmalarımla 8 adet ödüle sahibim. Mesleki alanda kitap bölümü yazarlıklarım ve İngilizce kitapların dilimize çevrilmesinde çok sayıda bölüm çevirisi katkım var. 40 kadar uluslararası yayına sahibim ve çalışmalarıma ait 950 kadar atıfım bulunmaktadır, ulusal ve uluslararası dergilerde hakem olarak yer almaktayım. İki kız evlada sahibim. İlave olarak biri pisi olmak üzere dört patili can annesiyim.
Genel Cerrahi alanı oldukça geniş bir bölüm. Peki siz hangi alan üzerinde yoğun olarak çalışmalar yürütüyorsunuz?
Uzun yıllar genel cerrahinin bir dönem transplantasyon dahil pek çok alanında çalışırken özellikle obezite cerrahisi, anal bölge hastalıkları, meme- endokrin cerrahisi ve minimal invaziv cerrahi alanlarında yoğunlaştım. 24 yıl kadar çok yoğun hasta kabulü olan bir hastanede çalıştığımdan alanlarımda çok sayıda operasyon gerçekleştirdim. Gelişimimi asistanlarımla paylaşma fırsatı buldum. Halen bahsettiğim alanlarda güncel gelişmeleri yakından izliyor ve uyguluyorum. Genel olarak teknolojiyi seven biriyim, bunu mesleğimdeki operasyonlarda yoğun olarak kullanıyorum.
Obezite Cerrahisi günümüzde popüler bir alan haline geldi. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Obezite özellikle endüstriyel toplumlarda sıklığı giderek artan çağımızın sorunu haline gelmiş durumda. Obezite sadece estetik bir sorun değil, ilerlediğinde gerçek bir hastalık veya hastalık kompleksi haline geliyor. Çünkü bu hastalar diyabet, kalp damar hastalıkları başta olmak üzere; eklem bozuklukları, uyku apnesi, hormonal dengesizlikler gibi pek çok hastalığa yatkın hale geliyorlar. Kalıcı tedaviler açısından şu anda tek seçenek cerrahi olarak yer alıyor. Obezitenin laparoskopik teknikler ve teknolojinin gelişimi ile deneyimli ellerde güvenilir olarak tedavi edilebilen bir hastalık olduğuna inananlardanım. Ben de yaklaşık 2008 yılından beri bu alanda çalışmalar yapıyorum, sürecin gelişimini yakından izliyorum ve içinde aktif olarak yer alıyorum. Yaptığım ameliyatlara ek olarak yıllardır obezite cerrahisi ile ilgili eğitimler veriyorum. Obezite cerrahisinde dünyada en sık uygulanan yöntem tüp mide (sleeve gastrektomi) ve by-pass ameliyatları, ancak hastaya özel yaklaşımla uygun ameliyat yöntemine karar verilmesi gerekiyor. İdeali hekim ve hastanın uzlaştığı ve beraberce yol almaya karar verdiği tedavi seçeneğini uygulamak. Bu kararı verirken hastanın yeme alışkanlıkları, mevcut sağlık problemleri, takibe uyumluluk durumu ve bu konudaki beklenti hedeflerini temel alıyoruz. Obezite cerrahisi konusunda maalesef çok bilgi kirliliği mevcut. Dünyada ve ülkemizde yapılan işlemlerin sonuçları bilimsel ortamlarda analiz edildiğinde; ameliyat sonuçları doğru hasta ve tecrübeli ekip seçimi ile son derece yüz güldürücü.
Obezite tedavisinde bu aralar en sık kullanılan yöntemlerden birisi mide balonları. Bize bu konu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Mide balonu beden kitle indeksi 27 ve üzerinde olan veya operasyon ölçülerine ulaşmış ancak ameliyat olmak istemeyen hastalar için çözüm aşmasında destek sağlıyor. Kilo verme kararını almış ancak diyet yapmakta zorlanan hastalar için iyi bir seçenek olabilir. Midede kaldığı sürece etkin olduğu halde hastalar bu dönemde yeme alışkanlıklarını düzeltme şansına sahip olup bunu devam ettirebilirler. Bu durumda sonuçlar daha uzun dönemde iyi olarak devam edebiliyor. Bu balonların endoskopik olarak yerleştirilebilen ve yutulabilen tipleri var.
Yutulabilir mide balonunun avantajları nelerdir?
Yutulabilir mide balonu çok özel bir teknolojiye sahip, şişirilmeden önce büyükçe bir tablet boyutuna kadar küçültülmüş ve uzun süre midede kalabilme özelliği var. Bana göre yutulabilir mide balonunun en önemli avantajı yerleştirmek ve çıkarmak için iki adet endoskopi ve bu işlemler için anesteziye gerek duyulmaması. Bu tipteki mide balonları hasta uyanıkken bir miktar su ile yutturuluyor ve balona bağlı incecik bir kabloya benzer katater ile serumla şişiriliyor ve yaklaşık 16 hafta sonrasında kendiliğinden eriyip doğal yollardan atılıyor. Benim balon uygularken en sevmediğim aşama olan çıkarılma işlemine gerek kalmıyor. Ben de bir ayak rahatsızlığım nedeni ile bu yöntemi bizzat tecrübe ettim ve sonuçları beni mutlu etti. Biraz da “hekimden sorma çekenden sor” durumu var yani. Şu sıralar sıklıkla tercih ettiğim bir uygulama haline geldi.
Bu tedavi yönteminde yemek alışkanlığı nasıl kazanılıyor?
Balonlar midede bir hacim ve ağırlık oluşturuyor, bu nedenle kişi kendini neredeyse hep tok hissediyor ve midedeki kapladığı alan nedeni ile çok daha küçük porsiyonlarla tam doygunluk sağlanıyor. Mide duvarının balonla gerilmiş olması aynı zamanda tokluk hormonlarını da tetikliyor. Kişi gereksiz, aşırı yeme alışkanlığının farkına varıyor ve küçük öğünlere alışıyor, sonrasında top sizde. Çalışmalar balon eridikten sonra bile alışkanlık haline gelen yeme davranışı ile kilo vermenin devam ettiğini gösteriyor.
Bir de anal bölge hastalıkları ile ilgilendiğinizi belirtmiştiniz. En sık rastladığınız anal bölge sorunları nelerdir?
Anal bölge hastalıkları aslında toplumda çok sık ama özellikle bizim ülkemizde mahrem bir alan olarak düşünüldüğünden hastalar çok zorlanmadıkça hekime başvurmakta çekiniyorlar. Genellikle geçmeyen şikayetler olduğunda veya şiddetli ağrı durumunda bizden yardım istiyorlar. Maalesef bu durum çok kolay olarak tedavi edilebilecek hastalıkların müzminleşmesine ve tedavinin güçleşmesine neden oluyor. Anal bölge hastalıklarının oluşturduğu kanama ve ağrı gibi yakınmalar neredeyse birbirinin aynısı olsa da hastalıklar ve tedavileri tamamen farklı olabilir. Bu nedenle kulaktan dolma bilgilerle hareket etmek çok sakıncalı. Hastalar bu konularda hekimlerine güvenle gidebilirler. Unutmayın ki bizim için her organ kutsaldır ve sağlık için gerekli olduğundan azami saygıyı hak eder. En sık rastlanılan hastalıklar anal fissür (çatlak), hemoroid, pilonidal sinüsler (kıl dönmesi) ve anal apse-fistüllerdir. Şükür ki anal bölge hastalıklarının çoğunluğu iyi huyludur ancak rektum kanserleri de bu bölgede görülebilir ve basit bir hemoroide benzer yakınmalar oluşturabilir. Bireylerin pek çoğu hayatlarının bir döneminde genellikle kabızlık sonrasında makat bölgesinde jilet, cam eksiği gibi bir acı ve bazen tuvalet kağıdına bulaşan kan ile karşılaşmıştır. Bu durum bağırsağın çıkış noktasında mukozada gelişen yırtık nedeni ile olabilir. Anal fissür denen çatlaklarda kabızlık devam etmezse bir hafta içinde şikayetler geçebilir ancak bu durum devam ederse çatlak kronik hal alabilir ve özellikle dışkılama sonrasında çok şiddetli zonklayıcı ağrıya neden olabilir. Erken dönemlerde ılık oturma banyoları, ilaçlar ile kolayca geçme şansı varken kronikleşen olgulara anal Botox uygulamaları veya ameliyat gerekli olabilir. Anal fistüller karmaşık bir alandır ama basitçe anlatılırsa; genellikle anal bölge apselerini takip eden dönemde gelişen bağırsağın son kısmı ile deri arasında yer alan tünellerdir. Bu tünelde tıkanıklık oluştuğunda ciddi enfeksiyon, apse, ağrı ve sürekli akıntı yapabilir. Tedavisi hastalığın ciddiyetine göre değişebilir, ancak neredeyse hastaların çoğuna cerrahi tedavi gerekebilir. Günümüzde lazer ile de tedavi edilebilen bir hastalık haline gelmiştir. Hemoroidler bir başka sık sorun olarak karşımıza çıkıyor. Erken olgularda ilaç tedavileri, ameliyatsız band, skleroterapi uygulanabiliyorken ileri dönemdeki hastalar lazer, radyofrekans ablasyon tedavileri veya ameliyatla tedavi edilebiliyorlar. Kıl dönmesi olarak bilinen pilonidal sinüs özellikle tüylenmesi fazla, uzun süre oturarak çalışan bireylerde sık görülüyor, ameliyatsız fenol veya lazer tedavisi ile tedavi edilebilirken ilerlemiş olanlarda ameliyat zorunlu hale gelebiliyor.
Bugünlerde lazer tedavileri çok yaygınlaştı. Bu uygulamayı hangi hastalıklarda kullanıyorsunuz?
Lazer tedavisini küçük cilt lezyonlarının daha az iz bırakarak çıkarılması için veya daha sık olarak anal bölge hastalıklarından hemoroid, anal fistül, pilonidal sinüs tedavisinde kullanıyorum. Uygun hastalarda kısa sürede ameliyathaneye girme zorunluluğu olmadan lokal anestezi altında uygulanabiliyor. Ameliyathanede uyguladığımız lazer teknikleri de var, sonuçlar hastalarımız ve bizim açımızdan oldukça yüz güldürücü. Bu yöntemin ek bir yararı da gereğinde tekrar uygulanabilir olması.
Güncel çalışmalardan biliyoruz ki ülkemizde meme kanseri hastaları ile daha genç yaşta karşılaşıyoruz. Bu verileri göz önünde bulundurduğumuzda, ülkemiz için tarama programları olan klinik muayene, mamografi ya da diğer görüntüleme yöntemleri nasıl olmalıdır?
Çok üzücü bir gerçek meme kanserinin görülme sıklığının tüm dünyada arttığıdır. Düşünün ki 1990’larda 100.000 kişide 19,4 kişide görülürken 2020’lerde bu sayı 27,5’a yükseldi. Üstelik erken yaşta görülme oranı da çok arttı. Ciddi bir toplum problemi olan bu durum için tarama programlarının önemi bir kez daha ortaya çıktı. Ülkemizde ücretsiz KETEM organizasyonu ile meme kanseri taramaları başarı ile yürütülüyor. Burada sadece mamografik tarama yapılsa da özellikle ekonomik durumu iyi olmayan veya sosyal güvencesi olmayan bireyler için bana göre çok verimli bir organizasyon. Meme kanseri olmaktan kaçılamasa da erken evrede yakalanarak hayatınızdan tamamen çıkması mümkün. Ergenliğe geçişten itibaren her kadının kendi kendine muayene ile memesini kontrol etmesi ve doktor muayenesi ve sonrasında hekimi ile rutin bir meme takip programı yapması gereklidir. Bu programları kişinin risk faktörleri ve meme yapısına göre oluşturuyoruz. Muayeneye ek olarak bu amaçla uygulanan görüntüleme yöntemleri bize kılavuzluk ediyor. Toplumumuzda yanlış bilinen bir kanı; “ailemde hiç yok” diyerek yalancı bir özgüvene sahip olmak. Unutulmamalı ki meme kanseri hastalarının çoğunluğu ailesinde meme kanseri olmayan kişilerdir ve bizler de her 8 kadından biri gibi meme kanseri adayıyız. Genel olarak kadınların her ay kendi kendine muayene yapmasına ek olarak 35 yaşından itibaren yılda bir kez hekim muayenesi ve uygun görülürse ek görüntülemelerin yapılması gerekir. 40 yaşından itibaren de görüntüleme yöntemi olarak Mamografi takibe eklenmelidir. Hiçbir şikâyeti olmayan kişilerin bile yılda bir hekim muayenesi yaptırması gereklidir. Ayrıca çeşitli risk faktörleri nedeni ile meme kanseri için yüksek riskli kabul edilen kadınlar için doktor muayenesi ve görüntüleme yöntemleri ile izlemlerinin daha erken yaşta başlaması gereklidir. Sloganımız bir klasik olduğu üzere “kanserden değil, geç kalmaktan kork” olmalıdır. Tüm kadınlarımızı bu konuda bilinçlendirmek temel hedefimizdir.

Yorumlar

0 yorumlar